(Sosyalist İşçi'nin 24 Temmuz 2014 sayısında yayınlanmıştır)
Irkçılıkla kapitalizmin bir ilişkisi var mı? Bazıları olmadığını, bunun
zorlama bir ilişki olduğunu söylüyor. Kapitalizmin temelinde kâr güdüsü vardır,
bu doğru. Ama temelinde bu olması, kapitalizmin sadece kâr güdüsünden ibaret
olduğu ya da egemenlerin işçi sınıfıyla kurduğu tek ilişkinin emek sömürüsü
olduğu anlamına gelmiyor. Çoğu zaman daha karmaşık araçlara da başvuruyor. Irkçılık bunlardan birisi.
Irkçılık ne zamandan beri
var?
Irk fikri icat edilmiş bir kavramdır. 17nci yüzyılda özellikle kapitalizmle
başa baş gelişen ulus devlet kavramıyla birlikte yükselişe geçmiştir. Bundan
önceki egemen sınıflar nüfuz alanları altındaki halkları ırk temelli tanımlama
ihtiyacı hissetmemişlerdi. Ulus devletin ortaya çıkışıyla birlikte
kapitalistler ilişkide oldukları ulus devletlerin egemenlik sahasındaki
işgücünü farazi ırksal farklara göre kesin gruplara bölmek konusunda daha önce
tarihte hiç olmadığı kadar yoğun bir rekabete girdiler. Afrikalıların
köleleştirilmeleri, Küresel Güney’in halklarının Avrupalılar tarafından
kolonileştirilmeleri, çok muazzam ucuz işgücü ve sıfır ücretli işgücü
olanakları yarattı. Bu işgücünün bu maliyetlerde tutulması kendilerinin
kültürel olarak ‘tembel’, ‘vahşi’, ‘entelektüel kapasiteleri sınırlı’, ve günün
sonunda insan-dışı olarak tanıtılmalarını gerektiriyordu. Modern dünyanın en
büyük zenginlikleri insan yerine konulmayan milyonlarca insanın korkunç
şartlarda çalınan emeği ve çoğu durumda canı pahasına yaratıldı.
Türkiye’de ırkçılık
Türkiye’de durum ne kadar farklı? Hrant Dink hunharca öldürüldükten hemen
sonra, katillerinin “milli hislerle davranan bir grup genç” olduğunu söyleyen
devlet görevlileri elbette, asıl faili Ermeni Soykırımı’nın tanınmamasından
maddi çıkarı olan koca bir egemen sınıf ve devlet mekanizmasını korumaya
çalışıyordu. Türkiye’de cumhuriyet
kavramı ırkçı bir çabanın üzerine kuruludur. İttihat ve Terakki döneminden bu
yana palazlanan modern Türk burjuvazisi zenginliğini anavatanlarından
kovdukları Ermeni ve Yunan halklarının varlıklarının üzerine konarak ve de
ülkelerini sürekli bir düşük yoğunluklu savaş halinde tuttuğu Kürt halkını yok
pahasına ucuz işgücü olarak çalıştırarak oluşturdu. Bu şekilde organik seyrinde
ilerleyecek bir artı değer birikiminden çok daha hızlı bir şekilde
zenginleşebildi.
Irkçı faşist MHP’nin ırkçı faşist kurucusu Alparslan Türkeş kendisini şöyle
savunuyordu: “Bize ırkçı diyorlar. Oysa bilmeliler ki Türk milletinin kanında
ırkçılık yoktur”. Hem komik hem korkunç
olan bu lafazanlık, bu cürette olmasa da, bugün bazı halkların diğerlerine
nazaran ırkçılığa daha eğilimli olduğunu düşünen pek çok sol ve liberal
tandanslı kişi tarafından çeşitli derecelerde savunulabiliyor. Bazıları Müslüman halkların ırkçılığa daha
eğilimli olduğunu söylüyor, bazıları Yahudilerin halk olarak şiddet eğilimli
olduğunu düşünüyor. Irkçılığa dair bu
fikirlerin kendisi ırkçı. Yeryüzündeki tüm halklar homo saphiens saphiens olarak aynı zihinsel kapasiteye sahiptir ve
aynı düzeyde teknik, bilim, sanat ve mizah yeteneklerine sahiptir. Bunun dışındaki her türlü iddia ırkçı
iddialardır.
Irkçılık rastlantısal ve
doğal mı?
Irkçılığa dair yaygın yanlış fikirlerin bir diğeri de ırkçılığın
rastlantısal, her an karşımıza çıkabilir, insanın “doğasından kaynaklanan”, en
az insanlık kadar eski bir olgu olduğu. Oysa ne ırk kavramı tarihte çok
eskilere kadar giden bir geçmişe sahip, ne de insanlar ırkçı olma genleriyle
doğuyorlar. Irkçılık egemenlerin şu ya
da bu çıkarlarına cevap vermek için merkezi olarak oluşturulan, dizayn edilen
ve son şekli yine merkezi araçlarla verildikten sonra topluma sunulan
mesajlardan oluşuyor. Irkçılık aşağıdan
yukarı doğru hareket eden bir fikir değil, her zaman yukarıdan biz
aşağıdakilere pompalanan bir ideoloji.
Devletler vatandaşlarının ortalaması ırkçı fikirleri savunduğu için
ırkçı politikaları yürürlüğe koymazlar, tam tersine devletler ırkçı
politikaları yürürlüğe koymaya karar verdikleri zaman ellerindeki kaynakları
toplumdaki ırkçı eğilimleri yaratmak ve artırmak için seferber ederler.
Hiçbir halk ırkçı fikirler taşımaya bir diğerinden daha yatkın değildir ve
hiçbir halk ırkçı fikirleri yaygın ve kuşaktan kuşağa kendiliğinden taşıyamaz.
Her zaman bu fikirlerin yerleştiricisi ve kışkırttırıcısı bir devlet
mekanizması, açıktan veya geri planda hareket eden örgütlenmeleriyle, müdahale
eder. Aynı mahallede yaşayan bir Türk ve
bir Ermeni komşuluk ilişkilerinden kaynaklı gündelik herhangi bir tartışmayı
defalarca yaşayabilir. Ancak bu tartışmayı koca bir Ermeni halkına karşı nefret
söylemi, mülksüzleştirme, linç ve soykırım düzeyinde ancak bilinçli bir devlet
müdahalesi örgütleyebilir.
Irkçılığı birlikte yenelim
Egemen sınıfın dolayısıyla devletin ırkçılığın canlı tutulmasındaki rolünü
vurgularken bundan çıkarılması gereken sonuç ırkçı söylem ve eylemlerde bulunan
devletle alakasız insanların sorumluluktan muaf tutulmaları gerektiği değil
elbette. Irkçı fikirlerle
karşılaştığımız her yerde bunların adını koymalı, teşhir etmeli ve
tekrarlanmaması için her türlü politik müdahalede ivedilikle bulunabilmeliyiz.
Bu konuda net olmak gerekir. İstanbul Valisi İstanbul’da dilencilik yapan
Suriyelilerin toplama kamplarına götürüleceğini söylediğinde, İHH başkanı
İsrail’in Gazze’yi bombalamasını bahane ederek mahallelerindeki Yahudiler’e
karşı ırkçı sözler sarfettiğinde veya bir sosyalist olduğunu söyleyen bir parti
Kürt bir cumhurbaşkanı adayının “kapsayıcı” olmayacağını söylediğinde hep bir
ağızdan buna karşı çıkmak gerekir.
Irkçılığın olmadığı bir dünya mümkün ve yaratılabilir. Irkçı fikirler işçi sınıfının birliğini bölen
saçmalıklardır ve işçilerin küresel bir sınıf olarak kendi devasa güçlerinin
farkına varmalarını engellemek için egemen sınıflar tarafından önümüze
atılırlar. Irkçılığı parçalayalım ve ırksız ve sınıfsız bir dünyayı hep
birlikte yaratalım.