22 Haziran 2016 Çarşamba

halk adamı Umut Sarıkaya'nın erkek mizahı







Umut Sarıkaya Türkçe görsel mizahın en tanınmış isimlerinden, karikatürleri en çok paylaşılanlarından. Ününü hak etmediğini düşünmüyorum. Gerçekten sosyal statü tuhaflıklarını çok iyi yakalıyor.  Alt sınıf ve orta sınıf karşılaşmalarında ortaya çıkan eğreti anları eşine az sayıda mizahçıda gördüğümüz bir incelikte resmedebiliyor.  Kendisini eğreti bir anda bulan insanları resmederken kaleminin ucundaki karaktere kondurduğu o meşhur ağzı büzük suçlu insan gülüşü, o “ehe ehe” anı, eminim hepimizin sosyal medya panomuza mutlaka bir kere düşmüştür.   Ambiyane tabiriyle ince görüyor.   Ama her şeyi değil.   Dünya algısı tamamiyle bir erkek bakış açısı üzerine kurulu.  Üniversiteli, bazen solcu bazen değil, işçi sınıfı çocuğu o erkek bakış açısı.   Kadınlar Umut Sarıkaya’nın dünyasında sosyetik insanlar.  Sığlar, boşlar ve kendi hikayelerinden yoksunlar.  Aşağıda toparlayabildiğim birkaç örnek var.  Kaçırdığım bir nokta olduğunu düşünürseniz yorumlarda kulağımı çekiniz.





 

Ayrıca sadece kadınlarla değil, kafasındaki “işçi sınıfı çocuğu” imajına uymayan erkeklerle de dalga geçiyor Sarıkaya.  Özellikle 2010’ların erkeklik literatürüne kazandırdığı Meriç karakteri bir çok erkeğin kalıba koyamadığı diğer erkekler hakkındaki görüşlerini şekillendiriyor.  Kendi payıma benim de feminizm savunumda internet erkekleri tarafından Meriç gibi konuştuğum için alay konusu olduğum durumlar oluyor.  Bunun için Umut’a ayrı bir minnet duyuyorum!



 
Son olarak konunun biraz dışında da olsa Sarıkaya’nın diğer etnisiteleri temsil ederken gayet sorunlu kalıplara sık sık başvurduğunu da eklemiş olayım.  Şuna bir bakın.




ortalama anti-feminist twitter erkeği




20 Haziran 2016 Pazartesi

Çilem'e methiyeler düzen erkekler beyan esastıra da ikna mı?


Çilem Doğan'ın özgürlüğüne bir adım daha yaklaşmış olması gerçekten çok sevindirici haber. Dünden beri kadın erkek tüm dostlarımı çok coşkulu görüyorum, ki bu ne güzel. Ben de bir iki kelam edeyim diyordum ki dün bir kadın dostum nazikçe kulağımı çekti, erkekler kadınlardan bari bugün sahne çalmayın diyor. Utandım, düşündüm, doğru. Ok mesaj alınmıştır :) Ama gevezeleğimi hemcinslerime yöneltmemde ve erkek dostlarıma ve de kendime küçük bir hatırlatma geçmemde bir sorun yoktur umarım:

Erkek dostlar, Çilem Doğan'a sevinmemiz ne güzel falan da, kadının beyanı esastır diye bir tartışma var hani bazen kulağınıza çalınan ve de çoğu zaman ikna olmadığınız. İşte o kural da kazandı dün. Sevincinizi, desteğinizi tamamına erdirmek istiyorsanız onu da hatırlamanız gerekecek. Dürüst olalım, kadın hareketi bu davayı bu kadar gündemimize getirmeseydi, Çilem'in hikayesini duyan çoğumuz "tamam da şimdi devam etmekte olan dava hakkında yorum şeyetmek şeyolur" diyor olacaktık. "Özsavunma olduğunu nerden biliyoruz?" diyor olacaktık. "Evinin her ücra köşesine 24 saat açık HD kamera yerleştirmiş olmadığı için sözüne güvenemeyiz" diyor olacaktık. Beyanına güvenmemek için bin dereden su getirecektik.

Çilem Doğan gibi özsavunma noktasına gelmek zorunda kalmayan ama beyanı her seviyede yok sayılan sayısız kadının sayısız hikayesi var etrafınızda. Çok azı Çilem Doğan'ın sahip olduğu kamuoyu desteğine sahip, ama hepsi de çok yakınınızda. Taciz, şiddet, tecavüz ve sayısız versiyonları. Kadınları bunları konuşurken duyuyoruz ve allah kurtarsın diyoruz. Bugün bir değişiklik yapıp CSI İstanbul kafasından sıyrılıp, beyanın neden esas olması gerektiği hakkında düşünmeye başlayabiliriz. Bu mümkün. Bu kadarını borçluyuz.


Erkek dostlar, Çilem Doğan'a sevinmemiz ne güzel falan da, kadının beyanı esastır diye bir tartışma var hani bazen kulağınıza çalınan ve de çoğu zaman ikna olmadığınız. İşte o kural da kazandı dün. Sevincinizi, desteğinizi tamamına erdirmek istiyorsanız onu da hatırlamanız gerekecek. Dürüst olalım, kadın hareketi bu davayı bu kadar gündemimize getirmeseydi, Çilem'in hikayesini duyan çoğumuz "tamam da şimdi devam etmekte olan dava hakkında yorum şeyetmek şeyolur" diyor olacaktık. "Özsavunma olduğunu nerden biliyoruz?" diyor olacaktık. "Evinin her ücra köşesine 24 saat açık HD kamera yerleştirmiş olmadığı için sözüne güvenemeyiz" diyor olacaktık. Beyanına güvenmemek için bin dereden su getirecektik.

Çilem Doğan gibi özsavunma noktasına gelmek zorunda kalmayan ama beyanı her seviyede yok sayılan sayısız kadının sayısız hikayesi var etrafınızda. Çok azı Çilem Doğan'ın sahip olduğu kamuoyu desteğine sahip, ama hepsi de çok yakınınızda. Taciz, şiddet, tecavüz ve sayısız versiyonları. Kadınları bunları konuşurken duyuyoruz ve allah kurtarsın diyoruz. Bugün bir değişiklik yapıp CSI İstanbul kafasından sıyrılıp, beyanın neden esas olması gerektiği hakkında düşünmeye başlayabiliriz. Bu mümkün. Bu kadarını borçluyuz.

PODCAST: Erkek Ayrıcalığı Nedir?


Erkek ayrıcalığı nedir? Erkekler, pro-feminist olanları bile, neden kadınlardan takdir bekleme ve bu olmayınca da mızmızlanma eğiliminde oluyorlar?  Bunun karşısında kadınlar neden erkeklerden sürekli öfkeli ve deli muamelesi görüyor? Neden kadınlara sürekli sakin olmaları telkin ediliyor? Erkekler arasındaki "abi" muhabbetleri. Erkek dayanışması. Kısaca gündelik hayatta cinsiyetçilik konuşuyoruz.

Dostlarım Tuğba ve Deniz ile çok gürültülü bir kafede doldurduk bu kaydı. Biz de biraz şamata yapmış olabiliriz. Keyifli bulacağınızı umuyorum.

Erkek ayrıcalığı nedir? Erkekler, pro-feminist olanları bile, neden kadınlardan takdir bekleme ve bu olmayınca da mızmızlanma eğiliminde oluyorlar?  Bunun karşısında kadınlar neden erkeklerden sürekli öfkeli ve deli muamelesi görüyor? Neden kadınlara sürekli sakin olmaları telkin ediliyor? Erkekler arasındaki "abi" muhabbetleri. Erkek dayanışması. Kısaca gündelik hayatta cinsiyetçilik konuşuyoruz.

Dostlarım Tuğba ve Deniz ile çok gürültülü bir kafede doldurduk bu kaydı. Biz de biraz şamata yapmış olabiliriz. Keyifli bulacağınızı umuyorum.

Erkek ayrıcalığı nedir? Erkekler, pro-feminist olanları bile, neden kadınlardan takdir bekleme ve bu olmayınca da mızmızlanma eğiliminde oluyorlar?  Bunun karşısında kadınlar neden erkeklerden sürekli öfkeli ve deli muamelesi görüyor? Neden kadınlara sürekli sakin olmaları telkin ediliyor? Erkekler arasındaki "abi" muhabbetleri. Erkek dayanışması. Kısaca gündelik hayatta cinsiyetçilik konuşuyoruz.

Dostlarım Tuğba ve Deniz ile çok gürültülü bir kafede doldurduk bu kaydı. Biz de biraz şamata yapmış olabiliriz. Keyifli bulacağınızı umuyorum.

Erkek ayrıcalığı nedir? Erkekler, pro-feminist olanları bile, neden kadınlardan takdir bekleme ve bu olmayınca da mızmızlanma eğiliminde oluyorlar?  Bunun karşısında kadınlar neden erkeklerden sürekli öfkeli ve deli muamelesi görüyor? Neden kadınlara sürekli sakin olmaları telkin ediliyor? Erkekler arasındaki "abi" muhabbetleri. Erkek dayanışması. Kısaca gündelik hayatta cinsiyetçilik konuşuyoruz.

Dostlarım Tuğba ve Deniz ile çok gürültülü bir kafede doldurduk bu kaydı. Biz de biraz şamata yapmış olabiliriz. Keyifli bulacağınızı umuyorum.

Erkek ayrıcalığı nedir? Erkekler, pro-feminist olanları bile, neden kadınlardan takdir bekleme ve bu olmayınca da mızmızlanma eğiliminde oluyorlar?  Bunun karşısında kadınlar neden erkeklerden sürekli öfkeli ve deli muamelesi görüyor? Neden kadınlara sürekli sakin olmaları telkin ediliyor? Erkekler arasındaki "abi" muhabbetleri. Erkek dayanışması. Kısaca gündelik hayatta cinsiyetçilik konuşuyoruz.

Dostlarım Tuğba ve Deniz ile çok gürültülü bir kafede doldurduk bu kaydı. Biz de biraz şamata yapmış olabiliriz. Keyifli bulacağınızı umuyorum.

1 Haziran 2016 Çarşamba

Soykırım inkârı ve kimlik sorumluluğu inkârı üzerine birkaç not


Sevgili Enes Sayın'la Ermeni Soykırımı'nın inkârı üzerine yaptığımız twitter tartışmasında konu daha geniş cümleleri gerektirdi.  Enes izninle aşağıdaki şekilde cevap vermiş olayım.

Soykırım’ı inkâr eden herkesi aynı düzeyde suçlamıyorum elbette. Soykırım bir gerçek, bunun inkarı bir yalan.  Ama yer yalanda olduğu gibi bu yalanı söyleyen ve söylemeye devam eden bir grup yalancı var, bir de söylenmeye devam edilen yalana inanan kandırılmış bir grup var.   Kendilerini siyasi olarak ifade etmeye başladıklarında –yalanın doğası gereği- yalancılarla kandırılmışlar aynı şeyi söylüyor, aynı konuya itiraz ediyor, aynı saçma argümanları ileri sürüyorlar.    Ve her politik tartışmada olduğu gibi gücümün yettiğince karşımdaki insan hangi gruptandır anlamaya çalışıp birincisine dahilse kendisini karşıma almam, ikincisine ait ise ikna edilebilir olduğuna kanaat getirip kendisine hak ettiği eşitler arası tartışmayı sunabilmem gerekiyor.  Bunu mutlaka yapmam / yapmamız lazım ve söylediğine kesinlikle katılıyorum: inkârı savunan herkes nefret suçu işleme bilinciyle yapmıyor bunu.

Ama bu zaten nefret söyleminin genel sorunu.  Nefret söylemini dile getiren ya da olumlayan herkes kötü bir şey yaptığına inanarak icra etmiyor bunu.  Kadın düşmanı mizahın zararsız olduğunu düşünen erkekler ya da  homofobik söylemin tehlikesinin fazla abartıldığını düşünen hetero bireyler kendilerinin kötü insanlar olduklarını düşünmüyorlar.  Ve çoğu durumda da değiller belki de, ama konu bu değil.  Konu iyiniyetli veya kötüniyetli bir şekilde dile getirmiş olsunlar, savundukları şeyin kendisinin kötüniyetli bir şey olması, kötü, korkunç ve insanlık karşıtı bir şey olması.

Soykırım konusunun Türkler ve Ermeniler tarafından çözülmesi gerektiğine ilişkin yorumuna katılamıyorum.  Bence üzerinde biraz düşündükten sonra sen de katılmayacaksın kendine.  Ortada bir suç var. Bir katliam var.  Ve katliamın iki tarafına eşit söz hakkı, eşit yaptırım talep etme hakkı, kısaca eşit muamele talep ediyorsun.   Cinayet işlemeye çalışan bir insan ve ondan kaçmaya çalışan birini yolda gördüğün zaman sanırım ikiniz aranızda halledin üçüncü kişi karışmasın demezsin?  Ama soykırım sözkonusu olduğunda Türklere Ermenilerle eşit söz hakkı verme hakkın olduğun sonucuna varıyorsun? Bence bu çok hatalı.

Soykırım bizden önce olmuş bitmiş bir şey değil. Doğru Soykırım 1915’de başladı ve kurbanların büyük bölümü ilk 5 yıl içinde katledildi.  Ama inkar devam ettikçe devam eden kısmını gözden kaçırmamak lazım.   Kısaca hatırlatmak gerekirse Ermeniler’in dedelerimiz tarafından el konulan malları halen bizim neslimiz tarafından kendilerine geri verilmiyor,  Ermeniler’in dedelerimiz tarafından çalınan toprakları –Van bir Ermeni şehriydi mesela- halen bizim neslimiz tarafından zaptedilmeye devam ediyor,  Ermeniler’in bizim dışımızdaki halklardan Soykırım’ın ve acılarının tanınması için talep ettikleri yardımlar halen bizim neslimiz tarafından en kötücül pazarlıklarla engellenmeye devam ediyor,  bu ülkede yaşayan Ermeniler halen bizim neslimiz tarafından öldürülüyor ve ölüm tehdidine maruz bırakılıyor.  … kısaca hayır, bizden önce olmuş bitmiş bir şeye bakmıyoruz.  Sonuçlarından, kötülüklerinden ve ayrıcalıklarından halen bu neslin Türkleri olarak yararlanmaya devam ediyoruz.   İnsanlığımızı ve masumiyetimizi korumamız ancak bu gerçeklikle yüzleşmemizle mümkün, daha azıyla değil.

Son olarak ait olduğu kimliğin bir insanı o kimliğin mensubu öncüllerin veya diğer çağdaşı üyelerin suçlarından ortak bir sorumluluk yaratmaması gerektiğini belirtmişsin.  Kimsenin kimseyi suçlamak konusunda aşırı bir çaba gösterdiğini sanmıyorum.  Ama ayrıcalık kavramı üzerinde daha fazla düşünmemiz gerektiğinde ısrarcıyım.  Bir erkek olarak aynı cinsiyeti paylaştığın diğer kadın düşmanı erkeklerin suçlarından kendini ayrıştırmaya çalışmakla aynı şey değil mi bu?  Cinsiyetçilik örneğinde de elbette sen o erkeklerden değilsin, ama bu konuda sorumluluk alıp o erkeklerin yüzleşmesini ve dönüşmesini sağlamak yerine kadınlara dönüp nasıl ki “beni o erkeklerle bir tutma” narası atmıyorsak ırkçılık konusunda da almamız gereken tavır aynı olmalı.  Ermeni halkı özellikle Hrant’ın cenazesinde ilk defa kendisini kitlesel olarak gösteren “Hepimiz Ermeniyiz” diyen ırkçılık karşıtı Türklerin varlığını biliyor ve bu varlığın yarattığı umut ışığını Ermeni aydınları ulusal ve uluslararası ortamda zaten dile getiriyorlar.  Burada en son yapmamız gereken şey bu kitlesel barış sesini büyütmek için elimizde fırsat varken bu enerjiyi “ama hepimizi aynı kefeye koymayın, bozuluyoruz, bu insanlık dışı” serzenişine ayırmak.  Bu serzeniş hem doğru değil… hem de nasıl desem… biraz kibirli bir hareket olur sanki.  

Kimliğimiz bizim kim olduğumuzu belirlemez, ama ne olduğumuzu belirler.  Heteroseksüel natrans bir erkek olmam, bir Türk olmam, bir Alevi olmam, bir ateist olmam, ne karakterde bir insan olduğum hakkında bir şey söylemez, söylememeli.  Ama madalyonun diğer yüzüne baktığında, bu kimliklerin yarattığı ayrıcalık alanlarının da benim karakterimle bir ilgisi yok.  İyi bir Alper de olsam hıyar bir Alper de olsam kimliğimin bana bahşettiği ayrıcalıklarla – ya da tam tersi baskılarla – varım.  Bu ayrıcalıklarla ısrarlı bir yüzleşme ve mücadele içine girdiğim ölçüde karakterim hakkında söyleyecek birkaç söz edinebilirim.  Bunu yapamadığım ve de yapmadığım ölçüde ise o ayrıcalıkların beni belirlemesine izin vermiş olurum.

Enes ben şahsen dünyanın daha iyi bir yer olacağına naif bir şekilde inanıyorum.  Irkçılığı, soykırımı, cinsiyetçiliği hiç konuşmayacağımız, birbirleriyle dargınlığı olan her iki kişinin sorunu kendi aralarında çözebileceği medeniyete erişeceğimize ve kimlik gibi kategorilere hiç ihtiyacımız kalmayacağına inanıyorum. Ama kimliklerin kaynaştığı sınıfsız o dünyaya giden yol bugün var olan kimlikleri tüm yakıcılığıyla tanımamızdan geçiyor.... 
 
Bencesi yani... Birbirimizi ikna ettiğimiz noktaları artırabilmek dileğiyle. Sevgiler. Alper.  



23:50 pm EDİT: imla düzeltmeleri yaptım birkaç yerde. Her zamanki aceleyle yazmışım.