5 Temmuz 2014 Cumartesi

Enerji açığının sebebi rekabetçi ekonomi



İki haber: (1) Enerji Bakanlığı, ev hanımlarının ulusal enerji tasarrufunda üzerlerine düşen sorumluluğu hatırlatmak için Enerji Hanım isimli bir 'bilinçlendirme' projesi başlatmış. Enerji Hanım 20'şer saniyelik tanıtıcı reklamlarda ütüleme, elektrik süpürgesi kullanımı, çamaşır yıkama teknikleri hakkında elektrik tasarruflu tüyolar veriyor. Göz yaşartıcı.
(2) Enerji Bakanı Taner Yıldız, son katıldığı basın toplantısında nükleer santral ihalesini daha fazla ertelemeyeceklerini söylemiş. Sayın Bakan ve kurmayları nükleer santrallere neden ihtiyacımız olduğu sorusunu 'enerji açığımız' ile açıklıyor. "Şu an ürettiğimiz enerji bize yetmiyor, bu yüzden nükleer santrale ihtiyacımız var" deniliyor.
Kuşkusuz nükleer santrallere karşı çıkmak için sayısız başka nedenimiz var. Ama 'velev ki' diyerek bu 'enerji açığı' denen şeyin asıl sebebinin ne olduğuna Enerji Bakanlığı'nın kendi verileriyle bakalım: 2011 yılında Türkiye'de tüketilen toplam 86.952 ton petrole eşdeğer elektrik tüketilmiş. Bu elektriğin %35'i sanayide %34'ü konutlarda ve hizmet sektöründe, %18'i ulaşımda %7'si tarımda kullanılmış.
Sanayi tüketiminin yarısını demir çelik, çimento ve petrokimya sanayilerinin tüketimi oluşturuyor. Gıda sanayinin ihtiyaç duyduğu enerji ise genel tüketimimizin 1,5%'i kadar olmuş.
Konutlar ve hizmet sektörünü kapsayan %34'lük dilim içinde hizmet sektörünün oranının, benzer istatistikleri örnek alırsak, muhafazakâr bir tahminle %11 dolayında olduğunu varsayabiliriz. Doğru anladıysam, bu resimde Enerji Hanım'ın, dolayısıyla sizin ve benim toplam rolümüz %25'e düştü.
Peki geriye kalan ve sıradan insanlar olarak bizim üzerinde hiçbir kontrol hakkımızın olmadığı %75'i, yani sanayi, hizmet, tarım ve ulaşım sektörlerini kontrol edenler yeterince tasarruflu ütü yapıyor mu?
Bildiğim kadarıyla kapitalist üretiminin itici gücü, insan ihtiyaçları değil kâr etme ihtiyacıdır. Kârlarını sürekli artırmak ya da en azından korumak isteyen şirketler, kendilerininkiyle birebir aynı ya da ikame edilebilir hizmet ve ürün üreten diğer şirketlerle sürekli rekabet etmek zorundadırlar. Bu da kendi içinde kapitalist üretim anarşisi dediğimiz şeyi yaratır.
Küçük ve yakın örneklerden gidelim. Aynı mahalleye yerleştirilen ve birbiriyle aynı işlevi gören baz istasyonlarını, ya da dükkan tezgâhlarında yan yana dizili gördüğünüz POS cihazları, ya da adım başı karşınıza çıkan yan yana dizili para çekme makinalarını düşünün. Her biri atıl kalmak pahasına ihtiyaç duyulandan fazla üretilen metalardır.
Bu görüntüyü şimdi fabrikalar, üretim tezgâhları, inşaat alanları, limanlar, havayolları, sigorta şirketleri, turizm acenteleri, simit sarayları dahil tüm ekonomi için gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Üretildiğini bildiğimiz her ne hizmet ve ürün varsa, aynı işi yapan en az bir diğer şirket mutlaka vardır. Yok ise yaratılması arzu edilir. Birbiriyle aynı hizmeti sunan rakipler aynı anda enerji, su, mekan ve işgücü tüketirler. Ayrıca şirketler, üretime ayırdıkları kaynakların önemli bir kısmını, bu rekabeti korumak için yapacakları işlemlere kaydırmak zorunda kalırlar (örn. reklamlar, ambalajlama, sunum, pazar araştırmaları, patent altına alma vb.). Sadece Türkiye'de 2011'de yapılan reklam harcamalarının toplam değeri 4 milyar 320 milyon TL. Bunun ne kadar elektrik tükettiğini siz düşünün.
Kapitalizm bu şekilde işler. Ama eğer hayatımızda rekabet diye bir şey var olmasaydı, bu üretimin hepsini merkezi olarak ortak ihtiyaçlarımıza göre planlayabiliyor ve bunu aynı kapasitede ve çok çok daha az bir maliyetle, minimum tesis gücüyle yapıyor olacaktık. Arta kalan enerjimizi ve zamanımızı da canımız ne isterse ona vakfedebilirdik. Bu mümkün.
Hadi oraya kadar gitmeyelim. Sayın Bakan, savruk enerji tüketimimiz konusunda endişeliyseniz, işe örneğin devasa savunma sanayinin, ya da bireyci ulaşım sistemimizin korkunç boyutlardaki kaynak tüketimini dizginlemekle başlayabilirsiniz.
Biz biliyoruz ki enerji açığı falan yok, açık veren şey sizin sisteminiz.
Alper Ard

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder