25 Temmuz 2014 Cuma

'Kadının Beyanı Esastır' ilkesinin pratik nedenleri

 
 
Kadın hareketinin kadınların erkekler tarafından maruz kaldıkları taciz ve şiddet eylemlerine  maruz kaldıkları cinsiyetçi bir dünyada yaşıyoruz. Taciz ve kadına şiddete karşı hareketin geliştirdiği araçlardan biri de ‘Kadının beyanı esastır ilkesi’ (KBE İlkesi). KBE İlkesi, kadınların erkekler tarafından maruz bırakıldıklarını beyan ettikleri taciz ve şiddet vakalarında “masumiyet karinesi”ni tersine çeviriyor, ve aksi ispatlanana kadar ve ispatlanmadığı müddetçe kadının beyanının esas alınması gerektiğini savunuyor.
KİB İlkesi elbette bir aksiyom, bir karine. Yani hukuki bir varsayım. Sık yapılan bir yanlış KİB İlkesi’nin hukuk normlarının yegane varsayımsal ilkesi olduğunu söyleyip, güvenilir çözüm olmadığını iddia etmek.   CSI dizileri çağında yaşıyor olmamızın fazla etkisinde kalmış olabilecek bu görüş, KİB İlkesi uygulanmasa burjuva ceza sistemi normalde her şeyi DNA örnekleri, kamera kayıtları, banka hesap dökümleriyle kanıtlayabilirmiş gibi düşünüyor. İlkeye yukarıdan bakıyor. Kadının beyanına güvenmenin bir varsayıma güvenmek olduğunu düşünüyor, ama erkeğin beyanına güvenmenin de bir varsayım olduğunun üzerinde durmuyor.
Birkaç veri üzerinden geçelim:
Amerikan Adalet Bakanlığı’nın Ulusal Suç Mağdurları Araştırması (2008-2012) verilerine göre, her 100 cinsel saldırı ve tecavüz vakasından yalnızca 40’ı polise bildiriliyor. Bu sayının sadece 10’u bir tutuklamayla sonuçlanıyor. Bu tutuklulukların yalnızca 8’i hakkında bir ceza soruşturması açılıyor.  Bu sayıdan sadece 4 kişi ceza alıyor ve bu 4 kişiden sadece 3’ü cezaevine giriyor. Yani kadınların maruz kaldığı tecavüzlerin %97’si cezasız kalıyor.
Ve unutmayın, bu sadece tecavüz.  Kadınların maruz kaldığı saldırı ve cinsiyetçi pratikler skalasının en uç örneği, yani en çok soruşturulanı. Skalanın diğer tarafında doğru ilerledikçe devlet tarafından daha az tehditkar görünen gündelik taciz eylemlerinin (sözlü taciz, fiziksel taciz, takiple taciz vs) raporlanma ve cezayla sonuçlanma oranlarının %3’lük oranın da kat be kat altında olduğunu varsayabiliriz.   Üstelik kadınların maruz kaldıkları tacizi ispat şansları tecavüz ve cinsel saldırı suçlarına nazaran çok daha sınırlı, çünkü çoğu durumda delil olarak ileri sürebilecekleri herhangi bir fiziksel bulgu olmayabiliyor.
Peki tam olarak bilebilir miyiz? Hayır. Karşımızda sindirme ve vazgeçirme üzerine kurulu koca bir devlet mekanizması olduğu için, elimizde hiçbir zaman konunun gerçek boyutlarını tam olarak gösteren bir veri olmayacak.  Bu fikre kendinizi alıştırın. Ampirik değil, sosyolojik bulgulara göre hareket etmek zorundayız.
KBE İlkesi’nin pratik sonuçlarını kendimize hatırlatmak zorundayız. KBE İkesi’ni uygulamak daha fazla kadının taciz ve şiddete karşı sesini çıkarabilmesini ve maruz kaldığı eylemleri ilgili mercilere bildirmek konusunda kendisini daha güvende hissetmesinin önünü açıyor.
Tam tersi ise daha fazla kadını susmaya sevkediyor.
KBE İlkesi, uygulandığı yerlerde hem predatör tacizcileri büyük bir “ispatlanamama” silahından mahrum bırakıyor,  hem de geri kalan biz diğer erkekleri “tacizde gri alan” sayılabilecek eylemlerden kaçınma konusunda daha diken üzerinde olmak zorunda bırakıyor. Ve inanın bu iyi bir şey.
Tam tersi ise daha fazla tacizciye tacizinin yanına kar kalacağı mesajını gönderiyor.
Erkekler olarak haksız bir ithama maruz kalma ihtimalimiz olan her 1 olay karşısında, kadınların maruz kaldığı ve takibi yapılmamış 99 gerçek ve haklı olay olduğunu akılda tutmaya ihtiyacımız var. Ortada korkunç bir eşitsizlik var ve biz buna cinsiyetçilik diyoruz.
Unutmayalım ki, KBE İlkesi’ne ihtiyacımızın kalmayacağı, cinsiyetçiliğin tarihin çöp sepetine atılacağı bir gelecek var ve de mümkün. Ama bu gelecek bugün ısrarla ve tavizsiz bir şekilde kadının beyanı esastır dememizden geçiyor.
Alper Ard (Antikapitalista Dergisinin Temmuz 2014 sayısında yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder