25 Şubat 2016 Perşembe

Here is why 'inexperienced to hold office' is a stupid stupid argument





The Baltimore Sun ran this editorial, among considerable praise, questioning whether the #BlackLivesMatter activist, now a Baltimore mayoral candidate, Deray Mckesson has enough “experience” to run for the office?  Here is what the editorial suggests:


“There are still plenty of questions about whether he has the experience necessary to manage an enterprise as sprawling as the Baltimore City government or whether someone who has risen to prominence as a protester can effectively build support for change from inside the political system. Unlike most of the other major candidates in the race, his experience and record have not been thoroughly vetted, and we don't know whether he will be able to run an effective campaign.”


Granted, this will be a debate for the Baltemoreans to decide. But as an outsider, a guy at the other end of the globe watching US politics unfold, I think I might have just a few lines to contribute to this conversation on ‘public office experience’.  Not only because I think McKesson’s victory will have an encouraging impact on progressive politics everywhere – it will-, but because I think this type of smear campaign waged against grassroots representatives is a common tactic universally employed by the political elite everywhere.


The whole reality behind the myth of experience is a simple one: 


We live in a class society, shaped by the elites, ran by the elites, benefitting the elites. Public offices, at whichever level available, with very few exceptions are occupied by the members of the elite or those hand picked by the elite.  The injustice at the core of the system is specifically designed to ensure the majority of the population, minorities and people of color in particular, are almost always, deprived of access to experience any sort of self emancipation, taking their lives in their own hands, being in the driving wheel for the very decisions that have an impact on their lives.  


In this word we live in, we are never truly experienced in governing ourselves. We are just never allowed to.


Call it the voter ID laws, call it the 2 party system, money in politics, media smear, artificial thresholds put to block grassroots movements from entering the legislature, etc. The list goes on.  In this world we live in, experience of governing one’s self is still a commodity.


And in Mckesson’s case, the banality of the ‘no experience’ argument is even more obvious.  In a country governed since the dawn of time by rich White men, it is an insult -and a very absurd one- to call a working class Black teacher ‘inexperienced to run for office’.  There is a very good reason why he never got to acquire that experience: You!


So my advice to Mckesson: Don’t let these experience nonsense get to you Deray. You have all the experience you need standing on the shoulders of a grassroots movement that has been brewing generation after generation.  You talk to your fellow activits, you never disconnect, you learn at each turn. With this, you learn, much more and much faster, than any office can possibly give you.


And good luck man, hope you make it. 


Alper    @alperard

16 Şubat 2016 Salı

ben cinsiyetçi olamam çünkü... iyi hal

 
 
Kötü Kedi Şerafettin üzerinden kaleme aldığım tecavüz mizahı yazıma ateş püsküren sosyal medya cevapları baş döndürücü.  Çoğunlukla asabi erkeklerden gelen bir seri saçma söz, kendi kendini övme, birbirini pohpohlama vs'den oluşan bir toz ve gaz bulutu içinde kaldım.
 
Her birine elbette cevap vermeyeceğim ama küçük bir akıl yürütme arızasını gidermek isterim. 
 
Bu savunmaların ortak paydası, buna Bülent Üstün'ün verdiği cevap da dahil, Şerafettin gibi "genelde gayet sevilesi" bir karakterin "özeldeki tek tük" eylemlerine takılmamın saçma ve kötüniyetli olduğu yönünde.  Bülent Üstün muhtemelen bizim ifşaatımızı kastederek "20 sene önceki hikayelerden bazı kareler bulup bu kareler üzerinden eleştiri getirmek çok gerici bir tutum" diyor.
 
Konu tecavüz olduğu için burada kimin iyiniyetli tartışmadığı nispeten ortada.  20 yıl önce olmuş bir şeyi neden şimdi gündeme getirdiğimizi Bülent Üstün lütfen aynı tonda gitsin "genelde gayet sevilesi" bir aile babası olan Bill Cosby'nin 30 yıl sonra cesaretini toplayan tecavüz mağdurlarına sorsun.
 
Bu kısmı böyle.  Ama bahsettiğim arızayı henüz gidermedik.  İşbu öyle bir arıza ki, tecavüzü de aşıyor, tacizi de aşıyor, erkeklerin cinsiyetçilik kavramıyla boğuştuğu hemen her tartışmada karşımıza çıkıyor.
 
Arıza şurada:
 
Biz erkekler şu ya da bu eylemimiz cinsiyetçi olmakla itham edildiği hemen her zaman, istisnasız aynı savunmaya başvuruyoruz:
 
"Ben iyi biriyim!"
 
O kadar alakasız, o kadar saçma sapan bir savunma ki bu, kendinizi övmekten eleştiriye odaklanmaya vakit kalmıyor.  Gururlu kibar erkeklerle tartışmanın bunaltıcılığını daha önce de anlatmaya çalışmıştım:
 
Karakterine kefil olduğumuz, toplumsal cinsiyet bilinci konusunda çitin bizden yana tarafında durduğunu bildiğimiz bir erkek ne zaman saçmalasa, ya kendisi, ya da sevenleri tarafından bize “eyleme değil, karaktere bak” deniliyor... [N]edendir bilinmez, hemen bir karakter savunusu devreye giriyor. Özgeçmişler sayfa sayfa önümüze seriliyor. Bunu kastetmiş olamaz çünkü şöyle iyi bir insan, böyle beyefendi bir erkek, şöyle bir centilmen vs vs.
Bir ortalamaya bak deniyor bize. Bir aritmetik hesabına yönlendiriliyoruz. “%95 bu konuları şöyle şöyle aşmış bir erkek olduğu için, %5’lik hareketleri üzerinde hiç durmayın.”
 
Ama burada yapılan bu karakter savunmasının gerçekte ne olduğunu bir kez daha hatırlayabilir miyiz?
 
Çok basit, çok temel, aslında kabak gibi ortada ama adını koymaktan imtina ediyoruz: Bildiğin iyi hal savunması bu. 
 
Bir tecavüz sanığı çıkarıldığı mahkemede kravatlı, biryantinli, ütülü ceketli yapınca bunu şıp diye tanıyoruz yapılan ayak oyununu. Ama gündelik cinsiyetçi pratikleri eleştirilen erkekler kendilerini aklamak için kullandıklarında nedense geçerli bir argümanmış gibi ciddiye alıyoruz. 


Sevgili erkekler, şimdi sakince bir özeleştiri yapalım mı?


Bakın bu karakter savunmasına girdiğiniz her anda, içinden çıkmanızın daha da zor olduğu gereksiz bir sarmala giriyorsunuz. 


Evet, bu yüzleşme işi zor bir iş, kimse kolay demedi zaten. Cinsiyetçilik her yerde, ister istemez bizim hareketlerimize de yansıyabiliyor.  Bazen gereksiz bir laf ediyoruz, bazen gereksiz bir harekette bulunuyoruz, bazen sadece gereksiz yere olmamamız gereken bir yerde bitiveriyoruz.  Keşke olmasa ama oluyor.  Ama bu noktadan sonra eyleminizin cinsiyetçi veya tacizkâr yönüyle yüzleşip yüzleşmeyeceğiniz size kalıyor.   Gerçekten samimi bir şekilde hatanızla yüzleşebilir ve daha iyi bir insan olabilirsiniz, veya mahkemedeki o biryantinli abilerden bir tık daha eli yüzü düzgün olduğunuza, yeterince felsefe ve sosyoloji kitabı okuduğunuza güvenip bir karakter savunusuna girebilirsiniz.


Karakter savunmasına girdiğiniz ve dikkati eyleminizden başka bir şeye kaydırmaya çalıştığınız her durumda karşınızdaki kadınların zekâsına hakaret ediyorsunuz.


Ve kadınlar da salak değil.  Ayak oyununu anlıyorlar. Neden anlamasınlar?




@alperard





Not: yukarıdaki görsel Game of Thrones Cinsiyetçi mi? ismiyle hazırladığım hikayeden. Tamamına bakmak isterseniz.

14 Şubat 2016 Pazar

marksist başıma hepinizin sevgililer gününü en içten dileklerimle kutlarım!





Kapitalizm altında duygusal ilişkiler sürekli bir beklenti, beklentiyi karşılayamama, hayal kırıklığı, yeni bir beklenti sarmalına takılıyor. Ama bu insanın değer ve umut arayışının önüne geçmiyor, geçemiyor. Tüm acılara rağmen daha fazlasını hakettiğimize dair güçlü inancımız eş zamanlı olarak var olmaya devam ediyor. Sevgililer Günümüz kutlu olsun!


Her zaman olduğu gibi yine berbat bir gündemin içinden, savaşların içinden geçiyoruz, ülkenin içinde koca bir halka karşı yürütülen kirli bir savaş var, şehirlerde tanklar var, bodrumlarda insanlar katlediliyor, hemen yanı başımızda, Suriye’de başka bir savaş ve o savaştan kaçmaya çalışan ve yeni ölümlere yelken açan göçmenler...

Bir Marksist iseniz hemen her zaman gündemin, an itibariyle çekilen acıların ağırlığıyla baş etmek, buna cevap vermek zorundasınız. Bu içine girmeyi seçtiğiniz mücadelenin bir parçası, dünyanın daha iyi bir yere gitmesini istiyorsanız gözünüzü kırpmadan bakmak zorunda olduğunuz çirkin ve dehşet veren resmin bir parçası.

Ama tüm bu acılarla eş zamanlı olarak başka bir gerçekliğin daha içinden geçiyoruz. Kapitalizm, insanın kendisini değerli hissetmeye olan derin arzusunun önüne geçemiyor, umudunun önüne geçemiyor, küçük paketlerle de olsa sunmak, bundan para kazanmaya çalışıyor olsa da sunmak zorunda hissediyor.

Lafı uzatmayayım: Bugün Sevgililer Günü. Sevgilisi olan olmayan cümlemize kutlu olsun.

Evet reklam şirketlerinin bir icadı, evet perakende endüstrisi çok paralar kazanıyor, evet tüketim kültürü vs vs…. Hepsine tamam. Ama ne olur kendinize fazla haksızlık etmeyin. Marks “Alt yapı üst yapıyı belirler” derken ekonomik olanın sosyal olan üzerindeki korkunç belirleyiciliğinden bahsediyordu. Bunu onayladığı ve değiştirilemez bir tunç yasa olarak gördüğü için bahsetmiyordu bundan, değiştirilmesi gerektiğini düşündüğünden ve insanın bundan çok daha fazlasını hakkettiğine dair derin bir inanç beslediği için söylüyordu bunu.

İnsan değerlidir sevgili dostlar.

Şuna inanıyorum: İnsan çok değerli bir varlık. Hayır düzeltiyorum: İnsan sınırsız değerli bir varlık. Hayır yine düzeltiyorum: Yaşamın kendisi sınırsız değerli bir şey. Her canlı, zoosferin tüm üyeleri sınırsız değerliler. Kediler sınırsız değerli varlıklar, köpekler, orangutanlar, inekler, tavuklar, balıklar, muhabbet kuşları, güvercinler, kartallar, hamam böcekleri sınırsız değerliler.

Yaşam değerlidir, insan değerlidir.

Peki tamam ama nereye varmaya çalışıyorum?

Şuraya: Kalpsiz bir dünyada yaşıyoruz. Sevgisiz ve rekabetçi bir dünyada. Sistemin tepesindekiler tarafından ya kişisel hayatımızda sevgisiz ve rekabetçi olmaya yönlendiriliyoruz, ya da bizim gibi alt katta oturan başka gruplara ve halklara karşı. Milliyetçilik ve hizipçilik gibi yalan sevgi söylemleri bize her zaman kendimizi ne kadar harcanabilir kılmamız gerektiğini, gerektiği anda ölmeye gitmek için can atmamız gerektiğini söylemiyor mu?

Kısaca böyle bir dünyada yaşıyoruz. “Elindekiyle yetin, mutlu ol, daha fazlasını isteme, sınırlı değerlini bil, yerini bil.”

Sevgililer Günü bizim sınırsız değerli hissetmemize izin verilen ender anlardan. Düğünler, balayları, doğum günleri, yeni yıl kutlamaları, mezuniyet kutlamaları sevgisiz ve değer yoksunu kültürümüzde yarık açan çok istisnai anlar.

Elbette ‘kutsal aileyi’ yüceltmeye çalışıyor değilim. Sınırlarının farkında olmak önemli. İnsanın sevgiye olan ihtiyacı sınırsız, ama verebileceği sevgi sınırlı. Kapitalizm altında yeterli sevgi üretilemiyor. Kapitalizm bizden emeğimizi çaldığı gibi sevdiklerimize verebileceğimiz ilgi sürelerini de çalıyor. Sevdiklerimize ayırabileceğimiz takatimizi, gücümüzü çalıyor. Toplumun bize vereceği, toplumsal hayat gereği hakkımız olan sevgi ve değerden çalıyor. Biz de tek eşli hayatımızdaki partnerimizden bize sunabileceğinden fazlasını, toplumsal olarak alamadığımız sevgi açığını, talep ederken buluyoruz kendimizi. Sınırsız değerli olduğumuz hissini toplum bize vermediği için sevgilimize yükleniyoruz, imkansız beklentilere giriyoruz.

Kapitalizm altında duygusal ilişkiler sürekli bir beklenti, beklentiyi karşılayamama, hayal kırıklığı, yeni bir beklenti sarmalına takılıyor. Ama bu insanın değer ve umut arayışının önüne geçmiyor, geçemiyor. Tüm acılara rağmen daha fazlasını hakettiğimize dair güçlü inancımız eş zamanlı olarak var olmaya devam ediyor.

Şahsen karşılıklı ve kesintisiz bir sevgiyle örtüneceğimiz bir geleceğin var olduğuna, bu olasılığın var olduğuna naif bir şekilde inanıyorum. Komün deneyiminin bize hakettiğimiz duygusal korumayı sunacağına yürekten inanıyorum.

İsterseniz saçma, isterseniz hayalci diyin, umrumda değil.

Sevgililer Gününüz kutlu olsun. Kendinizi değerli hissetme hakkınız kutlu olsun.

8 Şubat 2016 Pazartesi

evet tecavüz ve taciz mizahının erkekler üzerinde bir etkisi var







Son birkaç gündür sosyal medyada bir takım insanlarla tecavüz mizahı ve tecavüz kültürü üzerine uzun tartışmalara girip çıkıyorum. 

Benim için tartışma Bülent Üstün’ün ünlü çizgi roman karakteri Kötü Kedi Şerafettin’i beyaz perdeye taşımaya karar vermesiyle başladı.  Biz de cinsomedya.org olarak Şerafettin’in tecavüz ve taciz mizahı bakımından neden sorunlu bir karakter olduğunu anlatmaya çalıştık. 

Erkek Mizahçılar

Çok detayına girmek istemiyorum, Şerafettin’in sorunlu geçmişinden bir kuple yazının en altına ekledim.   Bülent Üstün’ün neden tecavüz mizahı yapmayı tercih ettiğine ilişkin soruya verdiği cevapları da şuradan izleyebilirsiniz (61nci dakikadan devam edin).  Üstün’ün “Şerafettin sonuçta bir kedi, kızlarla hardcore sevişiyor” cevabı absürd gerekçelendirmeler tarihine geçecek cinsten. Tecavüz eşittir hardcore seks lafını cımbızladığımı düşünüyorsanız kendiniz izleyin, kendiniz takdir edin.

Yine de Üstün’e günah keçisi olarak yüklenmenin pek bir anlamı yok.  Tek başına değildi, halen de değil.  Temsil ettiği 90’ların ergen erkek odaklı mizah kültürü bugün o taraklarda bezi olmayan, ya da nispeten az bezi olan birçok erkek mizahçı tarafından icra edildi.  Erdil Yaşaroğlu, Bahadır Baruter, Memo Tembelçizer, Fatih Solmaz benim ilk aklıma gelenler.  O yıllarda birçok mizah dergisi parasını tecavüz ve taciz mizahını dozunda vererek kazandı.  90’lar her bakımdan tuhaf yıllardı.  İncelemek isteyen sosyologlar için gani gani sosyopatolojik malzeme üretildi bu dönemde.

Erkek Okurlar

Bir erkek olarak, bu dergilerin zamanında çok sıkı takipçisi bir erkek olarak kendime ne pay çıkarmam gerekir?
Tecavüzün genetik bir şey olduğunu düşünüyor değilim. Erkeklerde doğuştan var olan bir eğilim olduğunu düşünüyor değilim.  Ama tecavüz mizahının erkeklerin algıları üzerindeki etkisini bir erkek olarak kendi ilk gençlik deneyimlerimden biliyorum.  Tecavüz mizahının bol keseden kullanıldığı bu dergileri bayıla bayıla okurduk. Tecavüz nedir gibi bir ayrım düşünmezdik.  Okuduğumuz hiçbir şeyde böyle bir ayrımdan bahsedilmiyordu çünkü.  Sadece ayıp ayrımı vardı.  Bir şey ya ayıptı ya değildi.  Seks ayıptı mesela, tecavüz ayıptı, öpüşmek ayıptı, kızlara çıkma teklif etmek yerine göre ayıptı, gaz çıkarmak her zaman ayıptı vesaire. Bize göre hepsi birdi. “Muzur” şeylerdi. 

Tecavüz mizahının ifade özgürlüğü ve sanatsal yaratım özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunanlar bugün genelde aynı şeyi söylüyor:  “Tecavüz mizahı okuyanlar erkeklerden bugün kaçı tecavüzcü oldu? Hiçbiri. Abartıyorsunuz. Saçmalıyorsunuz.”

Kaç kişinin tecavüzcü olduğunu bilemem.  Elimde veri yok.  Kendimi ve yakın çevremdeki erkekleri bilirim bir tek. 

Evet doğrudur biz tecavüzcü olmadık.  Tecavüz ve taciz mizahını okudukça birer tecavüzcü olmadık belki ama daha tuhaf bir şey olmaya başladı.  Ergen halimizle Kunteperleri, Şerafettinleri, Lombak karikatürlerini okudukça karşı cinse yönelik saygımız gün geçtikçe azalmaya başladı.  Kızlar, o yaşa kadar birlikte büyüdüğümüz oyun arkadaşlarımız, gözümüzde dengimiz olmaktan yavaş yavaş çıkıyorlardı.  Komik bir şeye dönüşüyorlardı. Ya çok güzel ve komik, ya da sadece komik.

Evet, adap, centilmenlik, herkesin ortasında söylenecek şeyler, söylenmeyecek şeyler vs bunları halen bilmeye ve uygulamaya devam ediyorduk.  Kurallar kural olmaya devam ediyordu.  Ama işte herkesin ortasında olmadığımız o kısa gerçeklik anlarında farklı kuralların devreye gireceğine inanmaya başlamıştık. 

Kızlar, iradeleri sabit olmayan şeylere dönüşmüşlerdi.  Görünüşü aldatıcı olan komik şeylere.  Her şey üzerlerine biraz gitmenize, biraz ısrarcı olmanıza bakıyordu.  Bunu hissetmeye başlamıştık.  Bir şeyi istediğinizde “Hayır” diyecek kızlar kararlı bir ısrarcılıkla önce “off bilmem ki” diyecekler, biraz daha ısrar ettiğinizde de “Ayol yapma hayvan” diyip kıkırdayacaklardı.  Çok gerçekti. Bu his, eşyanın tabiatına dair bu sihirli bilgi, güçlü bir şekilde yer etmeye başlıyordu bizde. 

Israrın ne kadar devam etmesi gerekeceği, hangi araçları, hangi hareketleri içermesi gerekeceğine dair deneyime dayanan bir bilgi yoktu elimizde.  Ama yine de denemeye değerdi.

Çevresindeki kadınlarla tartışabilecek kadar şanslı olan erkekler bu fikirlerin saçmalığından görece erken kurtulabildi.  Çoğumuz ise çeşitli derecelerde taşımaya devam ediyoruz.

Bunların ilk gençlik heyecanlarıyla alakalı olduğunu söyleyenler bence fena yanılıyor.  Bunların hiçbirini düşünmeden de pekâlâ geçirebilirdim ilk gençliğimi.  Arzuların, seksin, oyunculluğun bu saçma sapan fikirlerle iç içe geçmesinin hiçbir gereği yoktu.  Şimdiki neslin genç erkekleri için de hiçbir gereği yok. İnanın.

Nereye varmaya çalışıyorum?

Varmaya çalıştığım yer ortada sanırım.  Hiçbir kültür ürününün kalmadığı gibi, tecavüz mizahı da dergi sayfalarında kalmıyor.  Gerçek hayata bir etkisi var.  Bu dünyayı yansıtmıyor sadece, var olanı pekiştiriyor, yönlendiriyor, yeniden dolaşıma sokuyor.

90’ların komik tecavüzcü çizgi roman karakterlerini kendine esin alan dünün ergen erkekleri, aradan geçen 20 yıl sonra bugün gururlu birer trol.  

Kendilerini sosyal medyada, işyerinizde, televizyonda, gazete köşesinde, okulunuzda, öğretmenler odasında, ailenizde, sevgilinizde görebilirsiniz. 

Halen on üç yaşında öğrendikleri o tılsımlı anlara inanmaya devam ediyorlar.   İçten içe halen kadınlardan gelen şu ya da bu cinsiyetçilik eleştirisine yeterince yüksek perdeden ve yeterince mizah dolu cevap verirlerse karşılarındaki o komik şeyin “off bilmem ki” diyeceğine inanıyorlar. 

Bu adamların kendilerine gelmeye ihtiyaçları var.  Geç de olsa ergenlikten çıkmaya ihtiyaçları var.

Çıkmalılar.

Tecavüz mizahı yapmayın arkadaşım.  Büyüyün.


@alperard











- bu arada, yukarıda bahsi geçtiği üzere, Kötü Kedi Şerafettin'in tecavüz ve taciz geçmişi aşağıda-












2 Şubat 2016 Salı

Hillary cinsiyetçi mi?



Electronic Intifada sitesi editörü Ali Abunimah ile bir twitter tartışmasına girdim. Ve çok hızlı bir şekilde kaybettim. Şu RTlere ve alkışlara bir bakın :)

(İngilizcelerin tercümeleri için vaktim kalmadı, onları da ekleyeceğim ilk fırsatta, özürler)




Böyle çok uzayacak. Resim olarak koyayım gerisini:



Abunimah'la kastettiği şey hakkında hiçbir görüş ayrılığım yok. Ama söylediği şey ile var.  Ben de Hillary Clinton'un bir Wall-Street dostu olduğu, yoksullardan, yoksul kadınlardan yana zerre bir değişiklik yaratmayacağı, sosyal politikalar bakımından kendisinden fersah fersah önde olan rakibi Bernie Sanders'a karşı fırsatçı bir strateji izleyerek cinsiyetçilikten bahsettiği konusunda mutabıkım.  Umarım Sanders yarışı alır ve Amerikan işçi sınıfı kadınları bir nebze rahat bir nefes alır.

Buraya kadar tamam.  Benim İngilizcemin sınırlarına dayanmış ve dilbilim açısından saçma cümleler kurmuş olmamdan da kaynaklanmış olabilir, bilemiyorum, ama burdan sonrasında mutabık kalamadık Abunimah ile.

Abunimah Hillary Clinton'un yaptığının cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı olduğunu söylüyor.  Cinsiyetçilikten dem vurmasın Hillary, asıl dik alasını kendisi yapıyor, bunun başka bir adı yok diyor. 

Tabi ki yanlış düşünüyor. Vurguyu nereye koymak isterseniz isteyin, hayır cinsiyetçilik böyle bir şey değil.  Clinton'un sahte bir kadın hakları retoriğine ve kendisinin de bir kadın olmasına bel bağlayarak yaptığı kesinlikle bir fırsatçılık, bir oportünizm, bir bel altı PR çalışması vs vs. ama cinsiyetçilik veya kadın düşmanlığı değil. 

Cinsiyetçilik toplumdaki ezilen cinsiyetin, yani kadınların, ezilmelerinin devamı yönünde, kadınları hedef alarak, sarfedilen söz ve yapılan eylemler bütünü. Parçaları birleştirdiğinizde de aslında bir iktidar sistemi. Bir sistem.  Kapitalizmin çok işine yarayan, kapitalizm tarafından ayakta tutulan, egemen sınıfın, buna Clinton ailesi de dahil, genel olarak toplumun çalışan kesimleri üzerindeki kontrolünü devam ettirmek için kullandıkları sayısız araçtan bir tanesi.

Hepsi kabul.

Ama bu size, özellikle birer erkek olarak Abunimah'ya ve de bana, zengin ve güç sahibi kadınlara liberal politikalar savunuyorlar diye cinsiyetçisin ve kadın düşmanısın diye bağırma hakkı vermiyor.  Elbette liberal ekonomik politikalar cinsiyetçiliğe zemin hazırlıyor, ayakta tutuyor vs. Ama her durumda sürekli "Kadınlık kartını oynama" diyen erkeklerin cinsiyetçilikle mücadelede ne gibi bir katkı sunabilecekleri konusunda şüphelerim var. 

"Şu kartı oynama, şu ezilmişlikten dolayı üste çıkmaya çalışma" vs gibi söylemlerin politik sağın en sevdiği savunmalardan birinin bu olduğunu hatırlatmama bilmem gerek var mı:

- Kürt kartını oynama şimdi. Benim de Kürt arkadaşlarım var.

- Kadın olarak sürekli eziliyorsunuz yani öyle mi? Sürekli alışverişte ve dışarıdasın, keyfin yerinde, Allah'tan kork.

- Her şeyde de pozitif ayrımcılık olmaz. Hakkınla bir yere gelmen gerek. Sırf kadın olduğun için...


Erkekler konusuna geri dönecek olursak, Abunimah yanılıyor.  Politikalarını beğenmediği, yetersiz bulduğu bir kadına, asıl cinsiyetçi sensin deme hakkı yok.  Diğer herşeyi diyebilir ama bunu diyemez. Birincisi bir erkek olarak diyemez, ikincisi zaten yanlış bir şey söylüyor.  Clinton'un kadın hakları konusunda söylediği şeyler, yetersiz ve samimiyetsiz olabilirler, ama desteklenmelidirler. Yerilmemelidirler.  Doğru şeyi sırf nüfuz sahibi bir kadın söyledi diye sırt çevirecek halimiz yok. Karşı argüman mı ileri sürmek istiyorsunuz? O zaman Sanders'ın kampanyasının kadınlar için neden daha fazlasını sunduğu söyleyin, buna vurgu yapın. 

Clinton'un politikalarının ikiyüzlü olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?  O zaman kadınlar için ne kadar az şey yaptığından bahsedin.  Pozitif ayrımcılık kavramını töhmet altında bırakacak imalarda bulunmayın. 

Pozitif ayrımcılığa halen ihtiyacımız var. Cinsiyetçilik yeryüzünden silinene kadar ihtiyacımız var. Ve bu korumadan Hillary Clinton gibi egemen sınıfa mensup kadınlar da elbette, doğal olarak, yararlanacaklar. Kendinizi buna alıştırın.  Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz ve cinsiyetçilik en çok çalışan sınıf kadınlarını vuruyor diye cinsiyetçiliğin tüm sınıftan kadınları hedef aldığını unutma lüksüne düşmeyin.  Varlıklı kadınların cinsiyetçiliğin yıkıcı etkilerinden kendilerini korumak için güçleri var elbette. Ama hiçbiri tek başına kendisine varlıklı erkeklerin kontrolünde olan bir cinsiyetçilikten mutlak bir korunma temin edecek güçte değil.  Egemen sınıf kadınlarına doğru kelimeleri seçmeden saldırdığınız her tartışmada işçi sınıfı kadınlarının pozitif ayrımcılık taleplerinde  cesaretlerini kırıyorsunuz. 

Kelimeler önemlidir. Doğru seçin. Clinton bir fırsatçı, bir neoliberal, cinsiyetçi değil.