Hiç kimse mükemmel değildir demenin, herkes bazen iyidir bazen kötüdür demenin Westeros’ta olmasa bile bizim dünyamızda bir sonucu var. Lannisterların, Starkların ve Targearyanların dünyasından Erdoğanların, Obamaların, Putinlerin ve Atalay Filizlerin dünyasına adım attığımızda başka bir manzarayla karşılaşıyoruz. O manzara şu. Bizim gezegenimizde “Hiç kimse mükemmel değil, hepimiz bazen kötüyüz” diyenler genelde yukarıda saydığım türden insanlar.
Hastası
olduğumuz dizi Game of Thrones’un 6. Sezonunu geride bıraktık. Sezon finali bomba gibiydi ve yanlış bir
teşbih de sayılmaz. Gerçekten bombalar konuştu.
Cersei’nin yapabilecekleri hepimizi korkutmalı. “Güç güçtür” değil
mi? Dizide neyi çok sevdiğime dair saatlerce konuşabilirim. Bayıla bayıla konuşacağımız çok şey olduğuna
eminim. Bu diziyi gerçekten seviyorum.
Game
of Thrones’un gücü ejderhalarından, ak yürüyenlerinden veya nitrogliserinden
bozma çılgın ateşinden kaynaklanmıyor, bunu hepimiz biliyoruz. 21nci yüzyılın tüm teknik Hollywood
ihtişamına ve özel efektlere fazlasıyla doyan mütevazi seyircileri olarak bizi
koltuğumuza çivileyen şey bu değil.
Hikaye bizi etkiliyor. Dizinin
yarattığı gerçekçilik bizi etkiliyor.
Kendimize en yakın hissettiğimiz karakterlerin her an ölebileceği,
acımasızca ihanete uğrayabileceği, işlerin umduğumuz gibi gitmeyebileceği,
kahramanların her zaman sağ kalmadıkları bilgisi bizi etkiliyor. Etkiliyor çünkü bize işlerin er geç yoluna
gireceğini salık veren Hollywood’un o mistik epik adalet anlayışı dışında
herhangi bir hikaye anlatıcılığı pek bilmiyorduk şu zamana kadar. Epik çabanın mutlaka er ya da geç zafere,
zaferin bir türlüsüne ulaşacağı, mükâfatsız kalmayacağı öğretildi bize. Ve Game of Thrones evreni bize –GRR Martin ve
dizinin senaristlerine şapka çıkarma anı- gerçeğin bundan daha vahşi daha
dolambaçlı ve daha adaletsiz olduğunu anlatıyor. Hatta hikayenin (en azından 6ncı sezonun
sonuna kadar) çok güçlü bir savaş karşıtı hikaye olduğunu söylesem herhalde
abartmış olmam. Savaş böyle bir şey borazanlar, trompetler ve hayran bakışlar
değil, tam da duymak istemediğimiz gibi kan, gözyaşı, ihanet ve yağma.
Gerçekçi
olan sadece bu değil üstelik. Hikayenin
karakterleri de sürekli müthiş dinamik süreçlerin içinden geçiyor ve her
dönemeçte bizi kendileri hakkındaki önceki yargımızı gözden geçirmek zorunda
bırakıyor. Olayların kendileri kadar
Jamie Lannister’ın, Lady Melissandre’nın, Littlefinger’ın, Sansa Stark’ın, Stannis
Baratheon’un, Oberyn Martell ve eşi Ellaria Sand’in, Sandor Clegane’in 6
sezondur hikayenin bir iyi bir de kötü tarafında yer almaları bize peşin
hükümlü yargılarda bulunmanın yanlışlıklarını anlatıyor.
Evet,
yetişkinler dünyasında işler daha karmaşık. Evet insanlar tek yönlü değiller, evet
herkes sadece iyi ve sadece kötü değil.
Evet herkes biraz ondan biraz bundan.
Tamam Houston. Hepsi için teşekkürler.
Mesajı not ediyoruz. Okey. Kapiş.
Verstanden.
Lakin
bence burada bir sorunumuz var. Game of
Thrones karakterlerinin inandırıcılıklarından taviz verdikleri ve de “gerçekçi”
insan ilişkilerinin ne olduğuna dair izleyicileri yanlış yönlendirdikleri nokta
tam da bu.
Bakın
bence şu:
Öncelikle
Westeros’ta durumlar nasıl olursa olsun bu gezegendeki bizler karşımızdaki
insanların tutarsızlıklarını, beklenmedik karakter değişimlerini süper hoş
gördüğümüz bir dünyada yaşamıyoruz.
Genellikle çok zorda açıkta falan değilsek güvenebileceğimiz insanlarla
etkileşime girmeyi tercih ediyoruz ve bu güveni karşılamayacağını düşündüğümüz
insanlara “gerçekçi” olmak adına saçmalama ve bizi satma kredisi
açmıyoruz. Westeros sakinleri ise,
kanımca GRR Martin ve senaristlerin gerçekçilik anlayışlarının politik
ufuklarıyla sınırlı olmasının da etkisiyle, yanar döner bireyler olarak karşımıza
çıkıyorlar.
Hiç
kimse mükemmel değildir demenin, herkes bazen iyidir bazen kötüdür demenin
Westeros’ta olmasa bile bizim dünyamızda bir sonucu var. Lannisterların, Starkların ve
Targearyanların dünyasından Erdoğanların,
Obamaların, Putinlerin ve Atalay Filizlerin dünyasına adım attığımızda
başka bir manzarayla karşılaşıyoruz. O
manzara şu. Bizim gezegenimizde “Hiç
kimse mükemmel değil, hepimiz bazen kötüyüz” diyenler genelde yukarıda saydığım
türden insanlar. Göz önünde olan,
suçları herkesçe görünür olan ve bu yüzden bu suçları inkar etmek yerine
bunları başka bir bağlam içinde bize sunmaya odaklanmış, algımızı düzeltmemizi
salık veren, bazen tehditkâr bazen kibar tonda konuşan, ezici çoğunlukla güç
sahibi kişiler bunlar. Her zaman
politikacı veya tanınmış seri katillerden olmaları gerekmiyor. Gündelik cinsiyetçilik, taciz, tecavüz veya
istismar hikayelerinde şüpheli sıfatıyla karşımıza çıkan erkeklerin savunmalarını
aklınıza getirin. Kimisi yediği haltı küllen reddediyor, kimisinin ise savunmasına
yetişen diğerleri onun “o istisnai hareketi” dışında “genel olarak” ne kadar
iyi bir insan olduğundan bahsediyor.
Sürekli birileri bizi tam resme bakmaya davet ediyor ve bu davet
sahipleri bizim dünyamızın en masumları değiller.
Eylemlerine
değil karakterlerine odaklanmamız isteniyor.
İktidar sahiplerinin imaja ve halkla ilişkiler denen zanaate bu kadar
para harcamalarının bir sebebi var.
Sunmaya çalıştıkları karakter her neyse, tek tük eylemlerden daha büyük
ve daha önemli bir şey olduğu konusunda ısrarcılar.
Erdoğan bir savaş suçlusu olabilir, ama ekonomi konusunda yarattığı
mucizelere ne demeli? Obama insansız
hava araçlarıyla dünyanın diğer ucunda suikast emirleri veriyor olabilir, ama
Obamacare süper bir sistem değil mi?
Atalay Filiz bir seri katil olabilir ve rastgele karşısına çıkan 3
kadını öldürmüş olabilir, ama iyi davrandığı diğer 999 kadın hakkında ne
diyeceksiniz?
Örnekler
çoğaltılabilir ama varmaya çalıştığım nokta ortada sanırım. Herkesin iyi ve kötü olabileceği bilgisi bizi
hayatı siyah beyaz görme naifliğinden ve gereksiz hayal kırıklıklarından
koruyor olabilir ama bunun ölçüsünü kaçırdığımız zaman eylemlerimizi ve
karşımızdaki insanların eylemlerini özgül ağırlıkları içinde değerlendirebilme
yeteneğimizden taviz vermeye başlıyoruz. İnsan uygarlığı olarak suç, kötülük,
kabahat, yanlış vs kavramlarını sadece yargılayıcı olmak adına yaratmış
değiliz. Bu kavramlara aynı zamanda eylemleriyle bizim hayatımızı
etkileyebilecek milyarlarca karar sahibiyle paylaştığımız kaotik bir dünyada
yönümüzü bulabilmek için de ihtiyacımız var.
Ve bu çok gerçekçi bir ihtiyaç.
Game of Thrones düşündüğümüz kadar gerçekçi bir dizi olmayabilir belki de. Karakterleri genellikle takıntılı, rehabilite olmaya uzak. Hatalarından ders çıkarmaya istekli değil. Rehabilite oldukları anlarda bile karakterleri genel olarak rehabilite oluyor, geçmişteki eylemleri üzerine yeni bir bakış geliştirmiyorlar, yalnızca bundan sonrası için yeni bir insan olmaya başladıklarını düşünmeye yönlendiriliyoruz. Jamie Lannister Bran’i Winterfell kulesinden aşağı ittiğinden beri başından türlü türlü hikaye geçti ve biz adım adım daha insancıl bir insana dönüştüğünü görmeye başladık. Ama geri dönüp baktığında bu çocuk cinayeti hakkında tam olarak ne düşündüğünden emin de olamıyoruz değil mi? Pişmanlık duyduğuna dair bir bilgi var mı elimizde? Ya da büyücü Melisandre çocuk yaştaki prenses Shireen’i diri diri yakılmaya gönderdiğinde ve özkızını savaşı kazanmak için ölüme gönderen Stannis bunu izin verdiğinde hepimiz kendilerinden nefret etmiştik, ama ya 5 dakika sonra? Ya bir bölüm sonra?
Bu
yüzden Jamie Lannister’ın 8 yaşında bir çocuğu öldürmeye çalışmış olması ve ama
sonrası kişisel bir dönüşüm geçirmiş olması, nasıl bir insana dönüşmüş olursa
olsun geçmişteki bu eylemine geri dönüp sorgulamadığı, yüzleşmediği ve
pişmanlık belirtisi göstermediği sürece pek bir şey ifade etmiyor. Yine yargılayıcı olmak adına söylemiyorum
bunu, gerçek hayattaki dönüşümlerimizi bu şekilde yaşamadığımızı ve bu şekilde
yaşadığını söyleyen insanların hikâyelerini de ikna edici bulmadığımızı
bildiğim için söylüyorum.
(Hakkını
vermek gerekirse tüm GoT karakterleri böyle değil. Hikayede görebildiğim kadarıyla eylemlerini
baştan sona sorgulayan ve yanlış olduğu sonucuna vardığı tüm eylemleri için
pişmanlık ifade eden tek kişi Theon Greyjoy.
Theon bu haliyle hikayedeki diğer karakterlerle karşılaştırıldığında
büyük bir istisna. )
İnsanların
geçmişteki eylemlerine değil (ki düşündüğünüz zaman tüm eylemler geçmiştedir)
son durumlarına, veya iyi kötü tüm eylemlerinin ortalamasına bakmamızı salık
veren görüş, ne kadar cool formüle
edilirse edilsin itiraf edelim pek gerçekçi değil. Hem gerçekçi değil hem de bizim kötülüğe
karşı hazır tuttuğumuz lazer kalkanlarımızı devre dışı bırakıyor. İnsanlardan tutarlılık ve hesap verebilirlik
görebilmek yönünde geliştirdiğimiz haklı beklentiyle dalga geçiyor. Bakın elbette, elbette, insanlar farklı
farklı şeylerin bileşimidirler, bu kimi zaman insanın benliğinde onulmaz
zıtlıkları ve iç çatışmaları taşımasını da beraberinde getirir. Ama tüm
bunların hiçbirisi bir ortalama değildir ve bir ortalama üzerinden yapılan
hiçbir affı ya da yargılamayı haklı çıkarmaz.
Jamie Lannister’ın ortalamaya vurulduğunda iyi bir insan olması durumu Westeros’ta
işe yarayabilir ama burada, Eartheros’ta ı-ıh.
…diyeyim
ve yedinci sezonda daha gerçekçi bir Westeros görmek dileğiyle bitireyim. Gerçekçi olmak zorundayız. Ne de olsa Kış geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder