16 Ocak 2016 Cumartesi

İşitme engellilerin haklarını tanımak - 1

* ve ailem bana ne cevap verdi biliyor musunuz? "O zaman işitme cihazını tak"


Kız kardeşimle son bir kaç aylık bir süre içinde daha önce olmadığımız bir iletişim içindeyiz. Otuzlarının başında iki yetişkiniz.  Hayatımızın üniversite yıllarına kadarki kısmını ergenlik kavgaları içinde birbirimizin saçını çekerek ve saçma sapan şeylere küsüp barışarak geçirdik.  Geri kalan son 15 seneyi ise birbirimizden uzakta şehirlerde tamamladık. Ben Ankara'da okuduğum zaman o Eskişehir'deydi, o Ankara'ya döndüğünde ben İstanbul'a taşınmıştım ve halen başka şehirlerde yaşamaya devam ediyoruz.  Bilmem söylememe gerek var mı, birbirimizi çok seviyoruz.  Birbirimizin şakalarına katıla katıla gülüyoruz, aynı insanları aşağı yukarı aynı gerekçelerle çekiştiriyoruz, aynı filmleri seviyoruz, aynı hikayelerden hoşlanıyoruz. Ben kendisinin giyim kuşam zevkini komik buluyorum, o da genelde benim süpürge saçlarım ve kilolarımla dalga geçiyor falan.

Kız kardeşimle görüşmeyeli birkaç ay olmuştu ve en sonunda geçtiğimiz haftasonu bir araya gelebildik. Bol bol konuştuk. Kendisini dinlemeye başladığımda önce bana karşı öfkeliydi, sonra konuştukça affetmeye başladı. Kendisi hakkında bir detay, kim olduğu, koşulları hakkında bir detay. Belki de en önemlisi: kız kardeşim işitme engelli. Doğuştan beri.

En önemli detay diyorum çünkü işitme engelli olmayı bir kimlik olarak sahiplenmeyi çok önemsiyor. Kimliğinin tanınmasını çok önemsiyor.

Daha öncesinde neden bu kadar inatla bunu yaptığı üzerinde çok durmamıştım. Şimdi, benden yardım istediği bu anda ise, onu daha iyi anlamaya başlıyorum sanırım.

İşitme engelli oluşunu, bir engel, bir medikal durum, bir "durum" olarak görmeye alıştırmıştım kendimi. Annem ve babam da bugüne kadar bu şekilde bakma eğiliminde oldular.

Oysa bu sefer kendisi beni bunun ötesine geçmeye zorladı, kimliğini tanımaya zorladı. Direndim, yanlış düşündüğünü söyledim, aksine iknaya çalıştım. Abarttığını söyledim, mantıklı davranması gerektiğini söyledim, öfke patlamalarını kontrol etmesi gerektiğini söyledim, kontrol önemli dedim. Her seferinde hiddetle geri püskürttü beni. Çok mantıklı bir şeyi oldukça yalın bir biçimde talep ediyordu oysa ki: Kim olduğundan utanmamak.

Kimse zaten bundan utanmamalı, hele engelli olmaktan asla diyeceksiniz. Zaten doğrusu bu diyeceksiniz. Ama kimlik meselesini vurgulamak istemesinin haklı nedenleri var.

Daha önce kısaca twitter hesabımdan yazmaya çalışmıştım bunu, ama engelsiz okurların da işitme engellilerin dünyasıyla daha kolay empati kurabilmesi için bu blog altında bir yazı dizisinde toparlamaya karar verdim.  İlk olarak dil sorunundan başlayabiliriz sanırım.

Anadili olarak işaret dili


Engelsiz bir insan olarak ilk bilmeniz gereken şey işitme engellilerin ayrı bir dil konuşuyor oldukları. Dilleri işaret dili. Bariz bir şey söylüyorum gibi geliyor kulağa biliyorum, ama inanın değil.

İkinci bilmeniz gereken detay: evrensel işaret dili diye bir şey yok.  Çok farklı milletten işitme engelli komünitelerinin kullandığı çok farklı işaret dilleri var.  Türkiyeli işitme engelliler Türk İşaret Dili konuşuyor, Amerikalı işitme engelliler Amerikan İşaret Dili konuşuyor, İngiliz işitme engelliler Britanya İşaret Dili konuşuyor vs.

Şimdi dil konusundaki en önemli detaya geliyorum. Hangi işaret dilini konuşuyor olurlarsa olsunlar bu onların yazılı dilden sonraki ikinci dilleri değil, bu hataya düşmeyin. İşaret dili işitme engellilerin anadili.  Anadili statüsü bazı ülkelerde tanınıyor. Türkiye gibi kendi halklarının anadili taleplerini sürekli bastıran bir ülkede ise tabi ki tanınmıyor.  Anadili statüsünün reddi, işitme engelliler kültürünün ve kimliğinin tanınmasını da engelliyor. Konunun bir sağlık sorunu, bir anormallik düzeyine indirgenmesine yol açıyor.  Ve devletin sunacağı hizmetleri bu çerçevede sınırlayabilmesi için de bahane yaratıyor.  İşaret dili hizmetleri, kamu kurumlarınca sunulduklarında bile, bir lüks, bir zahmet olarak, devamlılık arz etmesi gerekmeyen ve özel etkinliklere özgü bir lütuf olarak lanse ediliyor.  Bu algıyla mücadele etmek gerekiyor.

İşaret dili işitme engellilerin ana dili olduğu için, yazılı olarak öğrendikleri dil de haliyle ikinci dilleri oluyor. Türkiyeli işitme engellilerin çoğunun ikinci dilleri Türkçe. Çoğumuzun ikinci dilinin şu ya da bu seviyede bir İngilizce olması gibi, onlarınki de Türkçe. Tıpkı biz tüm iyiniyetli çabalarımıza rağmen bir yabancı olarak İngilizce'ye hiçbir zaman %100 hakim olamayacak isek ve bu bir ölümcül sorun değil ise, aynı durum işitme engellilerin Türkçe ile aralarındaki ilişki için de geçerli ve bu da ölümcül bir sorun değil.  Pek az istisna dışında işitme engellilerin çoğunluğu Türkçe'nin karmaşık sondan ekli yapısında sıklıkla gramer hatası yapıyor. İyelik ekleri, durum ekleri, zaman ve emir kiplerinin sıralaması bakımından hatalar sıklıkla yazılı ve (konuşabilenler için) sözlü ifadelerinde kendisini gösteriyor.  Şahsen işaret dili bilmediğim için (bunun nedenlerini daha sonra tartışacağım) tam kesin emin olarak söylemiyorum bunu ama benim anladığım kadarıyla Türkçe gramerdeki bu teklemenin nedeni biraz da işaret dilindeki kelime dizgesinin herhangi bir sondan ekleme gerektirmemesi ya da Türkçe'dekinden çok daha basit eklemelerin yeterli sayılıyor olması. Dediğim gibi bu kısımdan emin değilim. İşaret dili bilenler bu konuda yorumda bulunurlarsa seve seve yayınlarım.

İşaret dili bir anadil olduğu için ve işitme engellilik de bir kimlik olduğu için, bunu es geçen klinik-merkezli yaklaşımlar işitme engellilerin Türkçe'deki teklemelerini bir eğitim sorunu olarak görme hatasına düşüyor.  Benim takip edebildiğim kadarıyla bu yanlış algı işitme engellilerle çalışan pedagoglar ve akademisyenlerde de yaygın olabiliyor. 

Konu bir kimlik sorunu değil, bir eğitim sorunu olarak kodlanınca da, eğitimdeki başarısızlığın tüm faturası işitme engellilere kesiliyor.  "Tembel" oldukları, "isteksiz" oldukları, "kolaycı" oldukları için Türkçe'de mükemmelleşemedikleri varsayılıyor.  Ve bu varsayımsal tembellik hayatlarında karşılaştıkları diğer sorunlar karşısında da kendilerine dikte ediliyor.  Sistem kendi kolaycılığını reddedip, entegre olamamayı işitme engellilerin tembelliğiyle açıklıyor.  Bu "tembel" efsanesi, işitme engelini, konuşmuyor olmayı, suskunluğu zeka geriliğiyle aynı klasmanda değerlendiren eski "aptal" efsanesinin devamı sadece.  (Zeka engelli bireylerin yaşadığı ayrımcılık da elbette başlı başına ayrı bir yazının konusu.)

İşitme engelli komünitesine yabancı bir okur, bu tembellik ithamı kimden geliyor, kim gerçekten engelli insanlar için bu basitlemeyi yapıyor diye merak edebilir.  Pedagoglar, eğitimciler ve kurumsal aktörler yapıyor bunu. Engellilerin ailelerini de böyle düşünmeye ikna ediyorlar.  Konu hakkında yazmaya yeni başladığım için elimde alıntı yapabileceğim bir kaynak henüz yok. Üstelik bu tür konuşmalar genelde zaten kapalı kapılar ardında yapıldığı için çok kolay sunabileceğim örneklerim de hazırda yok.  Ama bu "tembellik" konusunda da işitme engelli okurlar kendi deneyimlerini buradan engelsiz okurlarla paylaşmak isterlerse seve seve yayımlamak isterim.

Kaldığım yerden devam edeceğim. Birkaç konu daha var aktarmak istediğim. Ama az çok resmi anladınız sanırım.  Aşağıdaki videoya da vaktiniz varsa göz atmanızı tavsiye edebilirim. Çok hoş anekdotlardan oluşuyor. İngilizce ve Amerikan İşaret Dili'nde olduğu için takip edemeyecek okurlardan şimdiden özür dilemiş olayım. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder