27 Mayıs 2017 Cumartesi

Sosyal medyanın tehditkar ve ortayolcu erkekleri


Selam.  Yine ben.  Fazla kalmayacağım.  Bir videoda kendimi ifade ederim diyordum ama onun yerine bir blog yazısı yazmaya karar verdim.  Yazmak iyidir.
Şimdi şöyle bir şey gördüm.  Ahsen Canyol bir süredir twitter’da kendi fikirlerini ifade etmeye başlayan genç bir kadın.  İfade ettiği fikirlerin bir kısmına gönülden katılıyorum, bir kısmına katılmıyorum.   Eminim o da benimkilerin bir kısmına katılıp büyük bölümüne katılmıyordur.  Ama konu bu değil.  Bu ülkede ve sosyal medyada yürütmeye alışık olduğumuzun aksine, bu görüş ayrılığının kendisi bir tartışma konusu değil.  Tartışma konusu bir türlü olamayan, ama olması gereken şey şu:  Bir insan, genç bir insan, şu ya da bu konudaki fikirlerini söylüyor, sonra birisi çıkıp kendisini ölümle tehdit ediyor:

Tehdidi alan kişi bunu yazdıktan sonra da onlayn brolarımız tehdit capsi altına tavsiye ve eleştirilerini dizmekten geri durmuyor.  Hepsine girmeyeceğim sadece şunu alıntılıyorum.

Abilerki rahatlığa bakar mısınız? Tehdit mi gelmiş, seni bulacağım vb mi yazmış biri, umurlarında değil.  Karşılarındaki kadına önce söylevlerini çekecekler ve gerisiyle ilgilenmeyecekler.  "eksiksiniz!"
Twitter ve internet halen bunun yapılabildiği bir yer. 
Bakın bu normal değil.  Bunun size normal gelmesi de normal değil.  İnternet üzerinden kusulan nefret, şiddet ve tehditlerin ezici çoğunluğu erkeklerden geliyor.   Trollük denen şeyin, trollük adı altında “şaka yapıyor canım, espiri olduğu çok belli” savunmalarının erkeklerden gelmesini kendinize nasıl açıklıyorsunuz bilmiyorum, ama kendinize birazcık saygınız varsa bu yakıcı sorunumuzun çözümünde erkekler olarak elinizi taşın altına koymanız gerektiğini kabul edersiniz.   
Ben o erkeklerden değilim, ben troll değilim savunmalarınız da kimseyi ikna etmiyor.   Olmayabilirsiniz, cinsiyetçi tek laf etmiyor olabilirsiniz.  Bunların hiçbir önemi yok.  İnternet ortamında saldırıya, tacize ve tehdite uğrayan kadınları gördüğünüzde kavgaya giriyor musunuz girmiyor musunuz olay budur.  Gerisi gerçekten boş bir imaj.  

Twitter erkeklerini ikiye ayırmıştım zamanında, halen de bu kategorinin arkasındayım: İki tür erkek profili var sosyal medyada: Leş erkekler ve ortayolcu erkekler.  Leşleri zaten biliyorsunuz, tanımlamaya gerek yok.   Ama ortayolcu erkeklerin kim olduğu konusunda pişkin bir tanımsızlık var ortada.   Kendilerine ortayolcu diyorum çünkü kendilerini radikal olarak tanımladıkları birçok diğer alanın aksine, konu internetin karanlık tarafıyla yüzleşmeye, hemcinslerinin anonim hesaplar ardından yürüttüğü kolektif taciz ve şiddet kampanyasıyla yüzleşmeye geldiğinde hem faile hem de mağdura eşit mesafede, tam orta noktada durmayı seçiyorlar.

“Evet o tür tehdit tivitlerini ben de yanlış buluyorum, ama sizin yazdıklarınız da biraz şey değil mi?”

“Evet ben de tacize karşıyım, ama siz de güçlü olun, daha çok okuyun”.

“Ben hayatımda cinsiyetçi küfür kullanmam, konu beni ilgilendirmiyor.  İzninizle onun yerine Byron’dan bir mısra alıntılayacağım.”

Kısaca cinsiyetçilik meselesindeki ortayolcu tavırları “Evet bence de… ama sen de biraz…” noktasında.  Ve bunun entelektüel olarak süslenmiş çeşitli varyasyonları.

Birçok twitter prensinin (!) kendilerini birçok konuda bağışık sanmaları başdöndürücü gerçekten.   Sabah akşam gündeme dair analizlerini, psikolojik tahlillerini, felsefi alıntılarını, markslarını, leninlerini, nietzschelerini ve zilyon adet entelektüel alıntılarını dinlemek zorundayız.  Aynı prenslere tacize, tehdite maruz kalan, her gün onlarca küfre muhatap olmak zorunda kalan insanlara destek olmak adına ne yaptıklarını sorun? En iyi ihtimalle sessiz kalacaklar, en kötü ihtimalle “ben o erkeklerden değilim ki, beni bilirsin, nasıl itham edersin” vb abuk savunmalara girecekler. 

Bu entelektüel prensler sosyal medyanın politik gücünü biliyor, burayı politik gündemleri için bir ilan panosu olarak kullanıyorlar.  Ve fakat semerelerinden bolca yararlandıkları bu mecranın yapısal politik sorunlarıyla zerre ilgilenmiyorlar.  Sanal şiddet meselesi bu erkekler için “bazı erkeklerin” “bazı kadınlara” yaptığı ve “bazı kadınların” durumu “abarttıkları” bir “üslup sorunu”.  Daha acil”, “daha önemli”, “daha politik” konularla iştigal olmak varken birkaç kadının, üstelik kendilerinden farklı politik fikirlere sahip kadınların, “dırdırını” çekmek istemiyorlar.  Ortayolcu erkeklere göre sosyal medyada, kamusal alanda, kamusal tartışmada var olmak istiyorsa, “kadın erkek demeden” herkes “güçlü olacak”, her “eleştiriyi (!) dert etmeyecek. 

Siz istediğiniz kadar ölü taklidi yapın sevgili ortayolcu erkekler, istediğiniz kadar “daha önemli” gündeminizle tartışmayı boğmaya çalışın, er geç şiddet ve taciz meselesinin internetteki vehçeleri hakkında da bir tutum almak zorunda kalacaksınız.   Bu haltı hemen yanıbaşınızdaki hemcinsleriniz yiyor ve onları hizaya çekmek başta sizin sorumluluğunuz.

Ahsen Canyol’un ve internette var olmaya çalışan diğer kadınların yanında olun.   Tehdit ve tacize uğradıklarında anında tepki verin, saldırıyı püskürtün.  Kamusal alanı olabildiğince fazla sese açık tutmamıza aktif olarak yardım edin. Entelektüel prestijinizden bir şey kaybetmezsiniz, söz.




 

25 Kasım 2016 Cuma

Barry filminin fragmanından geldiğim yere bak...











Taciz ettiğim gün








Kişisel bir hikaye bu. Bundan 20 yıl önce çok gençten başımdan geçen bir olay. Tacizle alakalı ve faili benim.  Anlatması kolay olmadı. Belki diğer erkeklerin de yüzleşmelerine yardımcı olur.  























16 Ağustos 2016 Salı

yarılma









kadınlar cinsiyetçi küfür ettiğinde...


















13 Ağustos 2016 Cumartesi

Entelektüel Erkeklerin Cinselliğe Dair Vazgeçmesi Gereken Tavırlar - 1


 Bülent Somay’ın Cinsellik Hakkında Vazgeçmemiz Gereken 100 Efsane isimli kitabı çıktı.  Henüz okumadıysanız şuradaki ve şuradaki röportajları bir fikir verebilir.  Ama yine de kitabı okumanızı öneririm.  Ben okudum.  Karışık duygular içinde okudum.  Genellikle kendi kendime homurdandım, saçma sapan şeylere kızdım ve en sonunda bu böyle olmayacak diyip blogumun başına geçmeye karar verdim!  

İşte burdayım. Peki o halde, bu iş şöyle olacak sanırım: Ben birkaç yazı halinde bu blogda meramımı dile getirmeye çalışacağım.  Sonra da Bülent (kişisel tanışıklığımız, dahası yoldaşlığımız vardır) beni dümdüz eden bir cevap yazacak, ağzımın payını verecek ve rütbe konuşturacak.  Ama yapacak bir şey yok, gerçekten yazmam gerektiğini düşündüğüm için yazıyorum.  Bülent tartışmayı seven bir insan.  Ben değilim. Ben tartışmalardan gerilen bir insanım.  Ama gerekli olduğunu gördüğüm bir tartışma bu.  Birimiz başlatmalı bir yerden.   

Peki metodu ne yapacağız? Sanırım şu şekilde:

Bülent’in yazılarını cinsellik üzerine yazdığı iki kitabı üzerinden inceleyeceğim. 100 Efsane ve Bir Şeyler Eksik: Aşk, Cinsellik ve Hayat Hakkında Bilmek İstemediğimiz Şeyler.  Bu kitaplara cevap verirken amacım sadece Bülent’le tartışmak değil. Amacım onun yazılarında vücut bulduğu haliyle daha genel bir entelektüel erkek kuşağının takıntıları ve yerleşik tavırları hakkında bir tartışma başlatabilmek.    

Ayrıca belirtme gereği duymamam gerekiyor ama yine de söyleyeyim: elbette eleştiri ve katkılara sonuna kadar açığım.  Cinsel özgürleşmenin anahtarının bende olduğunu söylemiyorum.  Ama Bülent ve aynı kalıplaşmış tutumları izleyen entelektüel erkeklerin sunmaya hazır olduğundan çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğu konusunda ısrarcıyım.  Üzerinde ısrarla dolandıkları konu başlıklarından kafamızı kaldırmaya ve şu ana kadar çok konuşmadıkları konular üzerine odaklanmaya ihtiyacımız var. 


Kalıplaşmış tutumlar dedim, peki nedir bu tutumlar. Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla üç aşağı beş yukarı şunlar:

1-      Psikanalize feminist teorinin etrafından dolanmak amacıyla başvurmak.

2-      Arzunun asla tatmin edilebilecek bir şey olmadığına dair dinsel çilecilik argümanlarının psikanaliz altında sunumu.  Arzunun döngüselliğine yapılan aşırı vurgu.

3-      Psikanalizin bastırılmış olanı açığa çıkarmak için geliştirdiği tekniğin, herhangi bir baskılanma ayrımı gözetmeksizin tüm insan davranışlarına uygulanabileceğine dair ısrar. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına, herşeyin altında çoğu zaman eylemin tam tersine hizmet eden bir amacın yattığına dair sinik analizler.   

4-      Psikanalitik pozisyona ilişkin açıktan ya da dolaylı olarak talep edilen entelektüel dokunulmazlık.

5-      Cinsellikle ilgili sorunlarımızın toplumsallığını reddetmemekle birlikte, “biraz ondan, biraz bundan” olarak özetlenebilecek ele avuca gelmez nedensellik açıklamaları.

6-      İnsan dışındaki canlıların, özellikle primatların, cinsel pratikleri üzerinden bağlam dışı yapılan karşılaştırmalar.  Açıktan ya da dolaylı yapılan biyolojik determinizm.

7-      İnsan cinselliğini sonlandırılmış bilgi olarak sunan kendinden fazla emin ton (çoğu zaman karşısındaki insanın cinselliğini ondan daha iyi bildiğine dair bir imayla birlikte).

8-      Angaje olmaya mesafeli, alaycı, hafife alan ve de oyuncul olmakta ısrar eden üslup. 

9-      Duygusal emek, sevgi, şefkat, bağlanma, genç erkeklerin duygusal eğitimi konularına karşı gösterilen bariz ilgisizlik.  Ya da eril sevgiyi eleştiren feminist argümanların bu saydığım kavramlardan topyekün kaçınmak amacıyla kötüye kullanımı.    

Yani aşağı yukarı psikanaliz, evrim ve pro-feminizm konuları etrafında tartışacağım. Herşeyden önce ilk iş yapabildiğim ölçüde Bülent'in sıklıkla başvurduğu şu Lacan denen amcayı ve kendisinin arzu kuramını kaba taslak size sunmaya çalışacağım.  Lacan’ın ismi etrafında halen çok yoğun ve kanımca hak edilmemiş bir gizem halesi olması bana ilginç geliyor.  Ve bu hale bu isim etrafında kaldıkça anlatısında bir tuhaflık olduğunu sezen ama Lacan’ın “katkılarından dolayı saygı duyulması gereken” bir düşünür olduğu kendisine söylenen kadın okurlar düşüncelerini kendilerine saklamaya devam ediyorlar. Kafalarına tam yatmayan bu “fallus” ve “gösterge” vs konularında itirazlarını Lacan’ın düşüncelerinin derinliğine tam vakıf olmadıklarını hissettiklerinden dile getirmemeyi tercih ediyorlar.  Bunun değişmesi ve daha fazla kadının rahatlıkla tartışmaya katılabilmesi lazım.  Hiçbirimizin, hele bir kadının veya LGBTi herhangi bir bireyin kendi cinselliğimiz hakkında konuşabilmemiz için fi tarihinde yaşamış beyaz hetero erkeklerin külliyatını okumuş olmamız gerekmemeli.  Bülent ve benzeri tutumdaki entelektüel erkekler tam da bunu yapıyor, insanların kendi cinselliklerini keşfedebilmelerinin önüne bir doktora tezi bariyeri çekiyor. 

Dramatize etmek istemiyorum.  Gizli bir yeraltı örgütü falan değil ama bilinçli ya da bilinçsiz yapılan bir erkek dayanışmasına bakıyoruz günün sonunda.  Evet söyledim!   Kahvehanelerde olan, tribünlerde görülen, maçoluk ve tecavüz kültürü üzerinden örgütlenen bir erkek dayanışması değil bu. Üyeleri kültürlü, doktoralı, bu konulara fazlasıyla kafa yoran, kendilerini feminist olarak da tanımlayabilen, kadınlarla dost olabilen, kibar, nazik, cinsel özgürlükçü ama günün sonunda kadınların ürettiği fikirleri kibar bir şekilde dıştalayan ve bizi de bu dıştalamadaki akademik ve kültürel otoritelerine ikna etmekte uzmanlaşmış bir erkek dayanışması bu.  Ve her erkek dayanışmasında olduğu gibi sadece kadınların ve LGBTi’lerin değil heteroseksüel erkeklerin kendi özgürleşmesine de zararlı.

…diye düşünüyorum.

Neyse, durum kısaca budur.  Bu seriye devam edeceğim.  Yorumlarınızı esirgemeyiniz. Erkeklerin, natrans hetero erkeklerin cinsiyet politikalarına ve buna ilişkin tartışmalara nasıl angaje olduklarını yeniden düşünmeye ihtiyacımız var.  Çünkü… çok klişe olacak ama yapmasam olmaz: çünkü sene 2016! J




EDİT: 15.08.16 14:18. Zor okunan kısımlarda anlamı netleştiren birkaç kozmetik düzeltme yaptım.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Mogadişu'da bilimsel hayat

Bazı erkekler cinsiyetçilik karşıtı mücadelenin neden kadınların deneyimlerine güvenerek inşa edilmesi gerektiğine ikna değiller, bu tavırlarını feminizmi "bilimsel" bulmadıklarını söyleyerek açıklıyorlar.  Neden hatalı olduklarını tartışmak için kısa bir örnek: